Arka bahçedeki periler
6 mins read

Arka bahçedeki periler

Ev neresidir? Bunu yıllar içinde o kadar çok sordum ki kendime… Sonunda şunu anladım: Ev bir yer değil, müziğin ta kendisi benim için. Müzik dinlerken, kendimi dünyayla ve evrenle uyum içinde hissettiğimde ortaya çıkan bir duygu.

Kendime küçük bir hediye aldım geçtiğimiz aylarda. Cicely Mary Barker’ın çiçek perileri illüstrasyonlarından bir kartpostal seti. Bu illüstrasyonlar ilk kez 1923’te yayımlanmış. Hasta bir çocuk olduğu için okula gidemeyen ve bütün hayatını tarifsiz bir kırılganlık içinde geçiren Barker, bu perileri yalnız günlerinde ona arkadaşlık etsinler diye, kız kardeşinin anaokulundaki küçük çocukları model alarak çizmiş. Benim gördüğüm en sevimli, en romantik çizimler bunlar.

Cicely Mary Barker / The Fairies of the Wayside – The Stork’s-Bill Fairy, ca. 1948

Çiçeklerin dilinin ciddiye alındığı, duyguların çiçekler aracılığıyla ifade edildiği bir çağda yaşadığımı hayal ediyorum bazen. Çiçek resimleri yaptığımı. Onları, mesela dağ sümbüllerini, yakından tanıdığımı. Onlarla konuştuğumu. Onların dilinden anladığımı… En sevdiğim şair Emily Dickinson gibi, onlar hakkında şiirler yazdığımı.

PERİLERİN MÜZİĞİ

Bu sabah bahçeyle ilgilenirken, ayçiçeklerini ve domatesleri sularken, çimlerin içinde açmış küçük mor çiçeklere bakarken, Connie Converse’i düşündüm ister istemez. Bob Dylan’dan çok önce New York’a taşınmış ve burada bir apartman dairesinde, perilerin müziğini kaydetmiş olan gizemli folk şarkıcısını.

Fark ettim ki, bahçedeki çiçekler tuhaf bir biçimde onu hatırlatıyor bana. Ama hayattaki tüm güzel şeyler gibi tamamen rastlantısal bir şey bu da çünkü 2009 yılında Converse’in ev kayıtları ‘How Sad, How Lovely’ adlı albümde toplanarak gün yüzüne çıkmasaydı ondan hiç haberim olmayacaktı belki de.

Converse bundan tam yüz yıl önce, 1924’te, New Hampshire’da doğmuş; gençliğinde oldukça katı kurallar altında yaşadığı evinden ayrılıp hiç uyumayan şehir New York’a taşınmıştı. 1950’li yıllarda, o küçük dairede hüzünlü şarkılarını kaydederken, gelecekte folk müziğin de kendisinin de ne kadar çok sevileceğine dair hiçbir fikri yoktu herhalde.

Ne var ki, 1960’lara gelindiğinde, ilham perileri Connie’nin kulağına bambaşka şeyler fısıldamaya başlamışlardı. Müzik tutkusu yerini yavaş yavaş aktivizme bırakmıştı. Zaten müzik endüstrisi onu hiçbir zaman tamamen anlayamamıştı ve New York’ta onu bekleyen ışıltılı bir gelecek olduğu da söylenemezdi. Kısacası, şehir ona bir yuva olamamıştı.

GÖRÜNMEZLİK PELERİNİ

Sonunda Converse, tam da Bob Dylan’ın şehre ayak bastığı günlerde New York’u terk etmiş ve Ann Arbor, Michigan’a yerleşmişti. Dylan’ın yıldızı parlar ve folk müziğin önü açılırken, o bambaşka bir ortamda ırkçılığa karşı savaşmış, kadın haklarını savunmuş ve kendine yepyeni bir kimlik inşa etmişti.

Bu yıllarca sürmüş ve her zaman biraz ‘tuhaf’ ve içedönük olmuş olan Connie’yi içten içe tüketmeye başlamıştı. Hiçbir zaman fazla arkadaşı olmamıştı, sevildiğini hissedememiş ve hiçbir yere ait olmamıştı. Bu cıvıl cıvıl özgür aşk yıllarında, yalnızlık onu kopkoyu bir pelerin gibi sarmıştı.

Sonradan anlaşılacağı üzere, aynı zamanda bir görünmezlik peleriniydi bu. 1974 yılının ağustos ayında Connie 50 yaşına basmış ve bir anda bu dünyadan silinmek istediğine karar vermişti. Perileriyle vedalaşmıştı. Ardından küçük mektuplar yazıp bunları ailesine ve arkadaşlarına göndermişti. Sonra da arabasına atlamış ve bir kez daha evinden ayrılmıştı. O günden sonra Connie’den de arabasından da bir daha asla haber alınamadı.

Aradan tamı tamına 50 yıl geçti. Artık Connie Converse’i gizemli kayboluşuyla değil, çığır açıcı folk şarkılarıyla anıyoruz. Geç de olsa, onun zamanının çok ötesinde, tıpkı Dylan gibi eşsiz bir şarkıcı/söz yazarı olduğunu kabul ediyoruz. Bir saatliğine de olsa, onun bize kendisinin hiç sahip olamadığı ev duygusunu vermesine izin veriyoruz.

Bana kalırsa, 1950’lerin New York’unda Converse’e o tuhaf şarkıları yazdıran periler bugün de aramızda. Bugün de arka bahçelerimizde dolaşıyor, çiçeklerin dilini konuşuyor ve içinden geçtiğimiz bu karanlık günlerde bize biraz olsun huzur vermeye çalışıyorlar. Hayalimde, illüstratör Cicely Mary’nin çiçek perilerine benziyorlar.

Düşünüyorum da, belki de müziği gerçekten de karanlıkta yolumuzu aydınlatacak bir fener olarak kullanmak mümkündür. Perileri göremesek de onların müziğine sahibiz. Mutluluk uzak gibi gelse de aslında içimizde bir yerlerde gizli.

“Her şeyde bir çatlak var,” der Leonard Cohen. “Işık işte böyle girer içeri.” Müzik kalbimizdeki çatlaklardan içeriye dolduğunda, inanıyorum ki, nerede olursak olalım tamamen iyileştirebilir ve evimizde hissettirebilir bizi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir